Her şey Berlin'de başladı. Kocamla birlikte iş için
Almanya'ya taşınmıştık, yeni bir başlangıç dostumla. O bir şirkette yöneticiydi, bense evde yaşayabildiğim günlerin ağırlığını hissetmeye başlamıştım. Almanca kurslarına devam ediyorum ama dil öğreniyorum, yalnızlığı çözülmüyor. Kocam sürekli toplantılarda, akşamları eve yorgun ve aramızdaki bağ giderek zayıflıyordu. Bir akşam, dışarı çıkmamaya karar verdim. Kreuzberg'deki küçük bir bara gittim, neon ışıklar ve sokaklardan yükselen kahkahalar beni dikkat çekti. İçeri girdiğimde, filmin arasında bir adam gözüme çarptı. Sarı saçak, mavi gözlü, tipik bir Alman tarzında ama bakışlarında başka bir şey vardı, sanki beni görüyor görmüyormuşmuş gibi. Oturdum, bira söyledim ve çevrede yürüyorum. O da bana bakıyordu, hem de öyle bir görünüyordu ki, aslında bir şeyler kıpırdadı. Kocamla aramızda uzun süredir böyle bir an yaşanmamıştı. Bir süre sonra yanıma geldi, "Burada yeni misin?" diye sordu, aksanı hafif ama İngilizcesi akıcıydı. "Evet, birkaçı Berlin'deyim" dedim, gülümseyerek. Adı Lukas'tı. Sohbet etmeye başlayan,
Almanya'dan, hayattan, ondan bahsettik. Bira bardakları boşaldıkça, aramızdaki mesafe de kapanıyordu. Ellerimiz masada kaldığında, sıcaklıkta bir sıcaklık korundu. O an, yanlış bir şey davranışlarını içeren ama durmadım. "Biraz yürüyelim mi?" dedi Lukas, sesindeki davetkar ton beni baştan çıkardı. "Olur" dedim, hızla atıyordu. Barın düzenli bir parka gitti, hava soğuktu ama onun orada olması içimi ısıtıyordu. Bir bankada kaldı, yıldızların altında konuşurken bana birleştirildi ve parçalarma yapıştırıldı. Öpüşmesi öyle yumuşak ama aynı zamanda öyle tutkuluydu ki, tamamen ona bağlıyım. Ellerim saçlarında dolaşırken, içeride bir ses "Bu yanlış!" diye bağırıyordu ama o sesi duymazdan geldim. "Evim buraya yakın" diye fısıldadı kulağıma, gözlerindeki arzu beni çekiyordu. Onun dairesine gitti, kapıyı kapatmaz toplantıları yapılıyordu. Gömleğini çıkardım, onun ellerinde dolaşırken her şey o kadar gerçek, o kadar yoğundu ki, kocamı düşünmek bile istemedim. Yatağa uzandık, teninin kokusu, nefesinin ritmi, hepsi beni ele geçirdi. Saatler geçti, belki dakikalar, bilmiyorum. Zaman kaybolmuştu. O gece, imtiyazlı olarak yeniden canlı hissettim ama sabah olduğunda her şey değişti. Lukas uyurken düzenim, kıyafetlerimi topladım ve evden çıktım. Berlin'in soğuk sokaklarında suçluluk içimi kemirmeye başladı. Eve vardığımda aynaya bakamadım bile. Kocamın dönüş dönüşü geldikçe midem bulanıyordu. "Bunu nasıl yaptım?" diye sordum kendime cevap yoktu. Telefonuma baktım, kocamdan bir mesaj: "Akşama evdeyim, seni seviyorum." O kelimelerin gözyaşlarımı tetikledi. Sevmek mi? Onu kaybetmiş miydiniz, yoksa sadece dağılan bu evlilik mi? O gün kendimle yüzleştim. Lukas'la yaşayacağım gece, bana hem bir kaçış hem de bir gerçeklik sunmuştu.Kocamla aramızdaki sevginin solduğunu, yerini boş bir sessizliğe bıraktığını fark ettim. Ama bu, ihaneti haklı çıkarmazdı. Akşam kocam eve geldiğinde, ona her şeyi dağıtmaya karar verdim. Yalanla yaşamak istemiyorum. Kapı açıldığında yüzümdeki ifadeyi gördüm. "Bir şey mi düzenleyecek?" dedi, sesinde bir huzursuzluk vardı. "Evet" dedim, "konuşmamız lazım." Oturduk, ona her şeyi anlattım. Barı, Lukas'ı, o geceyi... Dinlerken önce şaşkınlık, sonra öfke, son derece derin bir hüzün geçti gözlerinden. "Neden?" diye sordu sadece. "Bilmiyorum" dedim, "ama bitti, bir daha olmayacak." Sessizlik odayı doldurdu. Uyandıktan sonra, "Biraz yalnız kalmam lazım" dedi ve kapıyı çekip çıktı. O an, yalnızlığın soğuğunu iliklerime kadar hissettim. Günler geçti, kocamla aynı evde iki yabancı görünüyorlardı. Lukas'ı aramadım, zaten numarasını bile almamıştım. O gece, bir hata oluyor yoksa bir uyanış mı, hala emin değilim. Ama şunu biliyorum: kendini affetmek, onun beni affetmesinden daha zor olacak.
Almanya'daki bu yasak gece, beni hem yıktı hem de kendimle yüzleşmemi sağladı. Belki de bu, bir oğul değil, yeni bir başlangıçtır. Hatalarımın gölgesinde, benim yeniden bulma şansım…