Onun şey o uzun gece vardiyasında başladı. 28 yaşındaydım, Resmi olarak çalışıyordum, şehir hastanesinde yoğun bir bölümdeydim. Günlerim, iğneler ve bitmeyen koşturmacalarla geçiyordu. O akşam nöbetlerim yenilenmişti, koridorlar sessizdi, sadece makinelerin hafif uğultusu duyuluyordu. Biraz yoruldum, ama işimi sevdim. Saat gece aralıklarında geçerken, acilden bir hasta geldi. Adı Okan'dı, 30'larında, kolunda derin bir kesik vardı, motosiklet kazası geçirmişti. Onları aldılar, doktor yarayı dikerken ben yanında durdum, pansuman malzemelerini hazırladım. "Çok mu acıyorsun?" diye sordum, sakin bir sesle. Bana baktı, gözleri koyu kahve, "Biraz" dedi, ama yürüdü, "seninle konuşmak acıyı unutturuyor." Şaşırdım, ama yürüdüm, "İyi bir yalan" dedim, şakayla. İşimiz sona erdiğinde, gözlemlenmekte, bir süre kontrol altında kalması gerekiyordu. Nöbetim devam ederken, ara sıra giderken, durumu stabil mi diye baktım. Her fırsatta bana bir şey, "Bu hastane hiç sıkışık değilmiş" ya da "Hemşireler böyle olursa, hep hasta olun." Espri yapıyordu, ama gözlerindeki bakış şakasından fazlasını hissettiriyordu. Saatler düzlemi, hastane iyice sessizleşti, diğer Resmiler kahve molasındaydı. Okan'ın tekrar gittiğine, "Nasıl hissediyorsun?" diye sordum. "Daha iyi" dedi, "ama senin sayende." Elini aralığı boyunca benimkine yaklaştırdı, parmaklarımız değdiğinde kapsamlı bir şekilde uygulandı. "Burada hep böyle misin?" diye sordu, sesi alçaldı. "Nasıl yani?" dedim, kalbim hızlandı. "Böyle... çekici" dedi, bakışlarını bırakmaktan. Yutkundum, "Sanmam" dedim, ama yanaklarım kızardı. O an, koridordan bir ses gelmediğini fark ettiniz, hastane sanki sadece ikimize aitti. Bana yaklaştıkça, aralıksız olarak ortaya çıkıyor, "Sorun olur mu?" diye fısıldadı. "Hayır?" dedim, ama ne kastettiğini belirttim. Dudakları tırnaklarına değmediği zaman, donup kaldığımda, ama sonra ona verdim. Öpüşmeye başladı, öyle sessiz, öyle gizli bir öpücüktü ki, içeride bir ateş yandı. Ellerimin üniformamın cebinde titriyordu, o ise eli yükünüma koydu, beni kendine çekti. "Bu çılgınlık" dedim, nefes nefese. "Biliyorum" dedi, "ama güzel." Odanın kapısını hafif araladım, koridoru kontrol ettim, kimse yoktu. Geri döndük, genişlememiz derinleşti, formun üst düğmelerinin bulunduğu, o da kıyafetlerini sıyırdı, kolundaki sargı bezi görünüyor. Yatağa'da toplandık, tenlerimiz buluştuğunda hastanenin soğuk havası kayboldu. Dudakları borcuma kaydı, elleri belimde dolaşırken, "Ya biri gelir?" diye sordum, telaşla. "Gelmesin" dedi, gülümseyerek. Bedenlerimiz bir ritmiyle yakınlaştı, her şey o kadar hızlı, o kadar yoğundu ki, kendimi kaybettim. Tersine, nefesler alınıyorken, o anlar hastanenin steril fişini bile unutturdu. Saatler geçti, sabah vardiyası yaklaşırken toparlandım,üniformamı düzelttim, o ise yatağa uzandı, "Bu geceyi unutmam" dedi. "Ben de" dedim, gülümseyerek. Odadan çıktım, koridorda kimse fark etmemişti, ama içinde bir heyecan vardı. O gün kendimle yüzleştim. Okan'la geçirdiğim o hastanede gece, monoton hayatıma bir renk katmıştı. Bir hata kopuyor, yoksa bir özgürlük özgürlüğü mü, bekleniyordu. Sabah taburcu oldu, giderken bana bir bırakmadı: "Bir kahve içelim, hastane dışında." Gülümsedim, numarayı cebime koydum. Onu aramadım, ama o gece kaldım. kendimi suçlu hissetmedim, çünkü o anları yaşamayı ben seçmiştim. Belki de bu, bir oğul değil, kendimi yeniden bulmanın beklenen bir yoluydu.